Pages

Subscribe Twitter Facebook

18 Mayıs 2012 Cuma

kombin

selam cicişler,
yaz geldi yine davet davet üstüne. kıyafet yetiştiremiyorum. eminim benimle aynı dertten muzdarip bir sürü genç kız vardır. yüce gönlüm kimseyi çaresiz bırakmaya elvermediği için kombinlerimden birkaçını blogumda paylaşayım da arkadaşlara yardımcı olayım dedim. işte ilk kombinim.




Tülbent: Orijinal Silkhouse 150 TL
Tişört: Nesine Dütti 140 TL
Hırka: Terry 150 TL
Etek: Varantino 2500 TL
Eşofman: DHMY 250 TL
Terlik: D&Ğ 500 TL


13 Aralık 2011 Salı

ibretlik hikayeler


bu görmüş olduğunuz yapı türkiyenin ilk demiryolu köprüsüdür. tren şoförleri tarafından uzun süre kullanıldığı için bu köprünün etrafı, çeşitli öküz türlerinin yaşam alanı haline gelmiş, fakat yakın köylerden bir köy ağasının ete düşkünlüğü yüzünden, öküzlerin soyu tükenmiştir. yerli halkın inanışına göre bu öküzlerin ruhu hala bu topraklarda dolaşmakta, arada sırada köprü etrafında gezinip belki tren geçer ümidiyle gözlerini köprüye dikmiş öküz siluetleri görülmektedir.


kral 12. felis ketus... babasını öldürdükten sonra tahta geçen 12. felis ketus 6 yıl tahtta kalmış, bu süre zarfında hükmettiği topraklara yenilikler getirmiştir. bunlardan birisi, çinden getirtmiş olduğu katı meyve sıkacağıdır. daha önce uzun uğraşlar sonucu meyve suyuna sahip olan halk, katı meyve sıkacağıyla büyük rahatlığa kavuşmuş, sıkacak krallıktaki tüm evlerin vazgeçilmez mutfak aleti haline gelmiştir. bu jesti yüzünden halk, kralı bağrına basmış, felis ketusun uzun yıllar kralları olarak kalmasını istemiş fakat kral, kıskanç kardeşi tarafından bangicamping yaparken ipi kestirilerek genç yaşta katledilmiştir.


bir türkmen hükümdarı bir kız sevmiş. tabii hükümdar olduğu için hemen kızı alırım diye düşünmüş ama çok yanılıyormuş. babası kızı vermemiş. bunun üzerine hükümdar kızı kaçırmaya karar vermiş. bir gün kız bağda üzüm toplarken hükümdarın adamları gelip ağzını burnunu kırmış, sonra da çuvala atıp hükümdara götürmüşler. fakat hükümdar kızın bu halini görünce aşkı kaçıvermiş. "götürün bunu, ben vazgeçtim" demiş. kız da "o kalpak kafana yapışsın inşAllah" diye dua etmiş. hakikaten o günden sonra hükümdarın kalpağı kafasından bir türlü çıkmamış ve onunla ölüp gitmiş. derler ki her bahar mezarının başında kalpak şeklindeki bu çiçek çıkar, hükümdara ağlarmış.


- komşu komşu huu!
- ne?
- oğlun geldi mi?
- geldiii.
- ne getirdi?
- sanane.
- ya bi baksana yüzüme.
- ne var?
- bi şey getirmedi de mi?
- hey ya Rabbim ya!

27 Kasım 2011 Pazar

kimsenin malaya gelinciklerinden haberi yok

sıkıcı günlerin getirileri bitmek bilmiyor sevgili izleyenler. bağımsız sinemaya katkıda bulunmam kaçınılmazdı. filmimin adına tam karar vermedim ama çoraplarından kaleler yaptım olabilir.

filmin ilk sahnesinde duvardaki saati görüyoruz. tek duyulan ise saatin tiktakları ve laminent parkedeki terlik tıpırtıları... sonra başrolümüz olan ev hanımı görünüyor. kendisi karşısındaki dev çamaşır yığınını katlamakla uğraşmakta. yarım saat çamaşır katlıyor. sonra bir an gözü saate takılıyor. o an saatin tiktakları dışında bir şey duyulmuyor ve zaman yavaşlıyor. Sonra yine bayanı görüyoruz. kamera bayanın suratında yarım saat duruyor. sonra zil çalıyor ve bayan kapıya bakıyor. o an kamera arkasından gitmiyor, biz ööööylece boş odaya bakıyoruz. uzaktan kapıcıyla geçen son derece gereksiz konuşmayı dinliyoruz. kapının kapanma sesini tüm ayrıntılarıyla duyuyoruz. derken bayan görüş alanımıza giriyor. çamaşırları katlamaya devam ederken damlayan çeşmenin sesi beynimizi tırmalıyor. bayan kısık sesiyle hüzünlü bir şarkı mırıldanıyor. çok üzülüyoruz. ağlıyoruz.

bunların ne anlamı olduğunu soracak olursanız, gerçekten de hiç bilmiyorum. ben çekeceğim, nasıl olsa bir anlam yükleyen, derin psikolojik sebepler falan bulan olur.

üçleme de düşünüyorum aslında; tavuk, pilav, yoğurt. aslında köfte, makarna, salata da güzel oluyor. dörtleyip kek de mi eklesem? karnım acıktı.

27 Ekim 2011 Perşembe

PİLAV-DER Başkanından Önemli Açıklamalar!

PİLAV-DER başkanı hafta başında çıkan haberler hakkında sorduğumuz sorulara yanıt verdi.

Derneğe gelen bağışları cebe indiriyormuşsunuz. Ne iş?
Ne alakası var. Siz bir pilava ne kadar masraf gidiyor, biliyor musunuz? Bunun şehriyesi var, yağı var, suyu var, tuzu var. Bizim amacımız pilavımızı en kaliteli malzemelerle yapmak. Pilav kalitesini yükselttiğimizi düşünüyorum.

Şehriyeler hakkında ileri geri konuştuğunuz, onları dışladığınız iddia ediliyor.
Hayır. Kesinlikle şehriyelerimizi küçümsemiyorum. Pirinç gibi beyaz olmasalar bile onlar bizim şehriyelerimiz. Benim de bir sürü şehriye arkadaşım var. Yalnız tabii burası pilav tenceresi, bunu da unutmasınlar.

ÇORBA-DER başkanıyla sofrayı kimin kuracağı konusunda gerginlik yaşadığınızı duyduk. Buna ne diyeceksiniz?
Şimdi, bu sofra kurma görevi bizim değil. Neden bize soruyorsunuz, anlamadım.

ÇORBA-DER başkanı, “Biz PİLAV-DER başkanıyla konuştuk. Sofrayı onlar kuracaktı. Sonradan üşendiler” dedi.
Hayır, efendim. Yok öyle bir şey. ÇORBA-DER’in işi ne? Hazırlasın. Bizim daha mühim işlerimiz var sonuçta. Çorba sofrada olmasa da olur ama pilav olmadan insanlar doymaz.

Bir de kepekli pirinçler mevzusu var.
Yani bu mevzudan biz de çok sıkıldık. Kepekli pirinçlere bir lafımız yok. Onlar da pirinç sonuçta ama baldo pirinçler gibi her tencereye girmeye kalkmasınlar. Baldo pirinçler baskı altında kalıyor, rahatsız oluyorlar. Zaten, aramızda kalsın ama kepeklilerin tatları da iğrenç.

Bu yaptığınız ayrımcılık değil mi?
Hayır, ben karışmıyorum onlara. Paketleri içinde diledikleri gibi yaşabilirler. Sonuçta özgürlük önemli bir şey. Ben hep bunu savunmuşumdur. Hatta arkadaşlarım özgürlükçülüğün de bu kadarı fazla, diyor. Buradan sesleniyorum, lütfen bireylerin hak ve özgürlüklerini kısıtlamaya çalışmayın. Çok ayıp oluyor.

Peki, teşekkürler. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Halka seslenmek istiyorum. Gerizekalı mısınız? Neden her söylenene inanıyorsunuz? Hakkımda çıkan asılsız haberlere prim vermeyin, rica ediyorum.

15 Haziran 2011 Çarşamba

ben bir rüya görmüştüm 3

arkadaşlarımla üniversite kantinindeyiz. birden bir patlama duyuluyor. herkes yere yatıyor. kafayı kaldırdığımızda kantinin ortasında dev bir uzaylı robot dikildiğini görüyoruz. bize kendi acayip dilinde bir şeyler söylüyor. bizden ses çıkmayınca hareketlenecek gibi oluyor. yanımdaki arkadaşım "bir dakika, konuşuyor" deyip robota "hello" diye karşılık veriyor. robot birden duruyor ve bize kendi dilinde cevap veriyor. bunun sebebi sistemindeki bir programın yabancı dilleri kendi diline çevirip beynine iletmesi. bizim söylediğimiz "hello" kelimesi onun beynine kendi dilinde iletildiği için bizim başka bir dilde konuştuğumuzu anlamıyor ve bize kendi dilinde konuşmaya devam ediyor. biz tabii bir şey anlamıyoruz. anlamadığımızı farketmeyen robot artık tahammül edemiyor, sinirleniyor ve saldırıya geçiyor. kantin ceset ve kan doluyor. ben kaçmayı başarıyorum.

bu dehşet gününden bir süre sonrasında okulda olduğumu görüyorum. fakat bu sefer liseli olmuşum. arkadaşlarımın hepsini ayrı ayrı sınıfa yerleştiriyorlar. yerleşimler öğrencilerin ilgi alanları ve yeteneklerine göre belirleniyor. sınıflarda üniversite hocaları ders veriyor. istilacı robotlar yönetimi ele geçirdikten sonra eğitim sistemimizi beğenmedikleri için kökten değişikliğe gitmişler. benim sınıfım yok. benim dışımda kimse ingilizce gramer sevmediği için sınıfsız kaldığımı söylüyor öğretmen.

bir kaç gün sonra sokakta dolaşıyorum. sokaklar her zamanki gibi kalabalık değil. insanlar huzursuz, mutsuz. ağır bir hava var. işgal altında olduğumuzdan her an silah sesleri duyulabiliyor. endişeyle bir yerden bir yere gitmeye çalışırken kamyon kamyon asker taşındığını görüyorum. oradan geçen birine askerleri soruyorum. "paralı askerler" diyor adam. "robotlar parayla asker tutuyorlar." içimden şöyle geçiriyorum: "para için kendi insanına kıymaya değer mi? bu huzursuzluğa değer mi?"

rüyadan çıkarılacak dersler:
1) uzaylı ingilizce bilmek zorunda değildir.
2) iletişim eksiklikleri çok büyük sorunlar doğurabilir.
3) eğitim sisteminde sorun var galiba.
4) bu dünya senin olmaz, ettiğin sana kalmaz, söylemiştim sevgilim, parayla saadet olmaz.

19 Ocak 2011 Çarşamba

karıcım dön

sen, sen gittin
ve kaldım bir başıma.

hani yeni mezuna tam akbil basmak zor gelir ya, işte öyle zor geliyor ayrılığın bana.

kurtlar vadisi bile keyif vermiyor artık, ağlıyorum ara ara.

sen, sen yoksun ya,
ben artık geceleri kime arkamı dönüp yatacağım?

tulumbadan su çeken inek videosunu izlerken,
kimin konuştuğunu bile duymayacağım?

kimin alışverişini beklemek için girdiğim kitapçıdan,
alim olup çıkacağım?

senden başka kimse yürürken tartışmaya başladığımızda,
zınk diye duruvermiyor yolun ortasında.

kimse gözlerimin ta derinlerine bakıp,
tüm kalbiyle demiyor "sen harbiden çok çirkinsin ya"

ben, ben var ya,
youtube'taki videonun dolmasını,
oyunus'taki rakibin pas geçmesini bekler gibi bekliyorum seni,
sabırsızlıkla.

 
Powered by Blogger widgets